Arkitera Seyahat Bursu’nun bu seneki jüri üyelerinden GAD Architecture’un kurucusu, mimar Gökhan Avcıoğlu ile seyahat-mimarlık ilişkisini de içeren bir söyleşi yaptık.
Seyahat etmenin sizin için önemi nedir?
Mimarlık görerek olur. Görerek, içine girerek, dışında durarak, etrafında dolaşarak olur. “at, in, on”. Dünya’da insan eliyle yapılmış veya doğanın kendi kendine ürettiği, yarattığı ne varsa görmek gerekir. Çünkü bütün bunlar mimarın hafızasında toplanır. Zamanı geldiğinde hatırlanır ve bir tasarıma dönüşür. Bugün büyük bir fırsat var. Ulaşım araçları çok gelişti. Son 18 senedir dünyanın gidilmeyen yerlerine gidip sosyal medya üzerinden birbirimize aktarmaya başladık. Gidilmemiş adalar, kara parçaları vardı. Antartika, Patagonya keşfedildi. Şimdi insan en tepelerdeki, en derinlerdeki yerlere ulaşmaya çalışıyor. Bunların hepsi mimarlıkla ilgili. Çünkü mimarlık sığınma içgüdüsü ve bunun üstüne konabilecek duygularla alakalı. O yüzden insan eliyle yapılmış her şeyi görmek, içinde olmak faydalı bir tecrübe.
Mimarlık eğitiminiz sırasında ya da mezun olduktan sonra ilk bina-kent odaklı gezinizi (mimari gezinizi) nereye yapmıştınız? Geçmişe dönüp baktığınızda bu geziden sizde iz bırakan neler olmuştu?
Gezilerim üniversite eğitimimden çok daha önce başladı. Pamukkale’de içinde antik çağdan kolonların olduğu bir sıcak su havuzu vardı. O benim için çok ilginçti. Efes-Priene-Milet üçgeni de çok ilginçti. Çünkü Lego’ya benziyorlardı. Yerde duran taşları sorduğumda “bunlar eskiden şehirdi, binaydı” dendi. Sonra Kapadokya’da tersine mekan yaratılması, oyularak mekan yaratılması beni etkiledi. Bir başka örnek de Boğaz Köprüsü. Adım adım köprünün yapılmasını izledim. Gözümüzün önünde dev bir mimari yapı yapıldı. Mimari diyorum çünkü onların da içine giriyoruz.
Daha sonrasında daha bilinçli geziler oldu. Mesela öğrencilik yıllarında, çeşitli sebeplerden dolayı, okul sık sık kapanıyordu. Ben çokça Batı mimarlığının olduğu yerlerde yaşadım. Batı’ya her zaman gitme şansımız olduğu için Doğu’ya yolculuklar yaptım. Devrim öncesi İran önemliydi. Güneydoğu’daki savaşlardan önce orada olma fırsatım oldu. Afganistan da Taliban baskısı altında değildi. Sonradan buralar kapalı ülkeler haline geldi. Dolayısıyla İsfahan’a kadar otostopla yolculuklar yaptım.
Kaynaklarda Doğu’ya kıyasla Avrupa ve Kuzey Avrupa daha kuvvetli. Güney ve Doğu da sosyal medya sayesinde keşfediliyor.
Sonrasında ise Batı’ya yolculuklarım başladı. Batı merkezli bir hayat sürdüm. Batı’da ders verdim. Doğu’nun üzerine Batı daha güzel oturuyor.
Türkiye’den ya da dünyadan mutlaka ziyaret edilmesini önereceğiniz kentler, eserler neler olur?
Anadolu çok şanslı bir yer. Doğu ve Batı mimarlığının örnekleri var. Anadolu vurgusu şu anlamda da önem taşıyor. Tarih boyunca iki kırılma noktası var. Bir tanesi Türkiye Cumhuriyeti’ndeki kırılma. Ama sanki Osmanlı öncesi pek sayılmıyor gibi. Halbuki Batı mimarlığının en önemli başlangıç unsurları bu topraklarda. Aslında burası Batı mimarlığının önemli merkezlerinden birisi.
Türkiye’de ellinin üzerinde antik kent var. New York’un grid planı tamamen Priene’ye dayanıyor. Kartezyen ya da organik şehir kurguları için buraları incelemek lazım. Seyahatlerde sadece fiziksel ziyaretler değil de gidilen yerlerde önemli mimarlarla da görüşmeler yapılmasından yanayım. Mimarların gezisi kuru turistik geziler olmamalı.
Katman katman gidecek olursam eğer her döneme ait önemli vurgular var. Venedik de, New York da önemli. Temelde görülmesi gerekenler var. Fraktal olarak geliştirilmesi gerekenler var.
Mesela Kapadokya’da hacimle hareket eden bir şehir varken, Venedik’te akan bir şehir var. Öncesinde buna niyetlenmemiş ama daha sonrasında bunu kabul eden bir durum var. Bu ikisi ilginç. İkisinin de kurgusu çok önemli. Birinde su kayaların altında duruyor, ötekinde su sokaklardan taşıyor.
New York insan eliyle yapılmış en ilginç durumları bir arada barındıran bir şehir. Yaya olarak şehrin altından ve üstünden her yere gidebilirsin. Yaya merkezli bir şehir dersem garip gelecek ama zeminde de üst kotta da ilerleyebiliyorsun. Merdiven ve asansör gibi araçlarla çıkılabilecek en üst noktalara ulaşabilirsiniz. Bina içinde ya da dışında. Toprağın altında ya da üstünde. New York’a özenen birçok şehir bunu beceremedi İstanbul gibi.
Gezen insanın “bizim medeniyetimize ne katılabilir?” diye düşünmesi lazım gezerken. “Yediğin içtiğin senin olsun. Bize gördüklerini anlat.” burada geçerli.
Seyahat etmek konusunda önerileriniz, ipuçlarınız var mı?
Bir klasiktir. Mimarların üzerinde çokça durduğu Corbusier’nin bir İstanbul gezisi ve bir elbisesi vardır. Defteri, kalemi nerede duracak bellidir. Bir gezgine kıyafet biçmiştir. Bunu bugüne uyarlamak gerek. Kişiye özel elbise bile ilginç bir konu. Corbusier’nin çizdiklerinden bile daha ilginç olan elbisesidir. Metre olmadan yolculuk yapılmaz. Karışın, kulacın ne kadar olduğunu bilmek gerekir.
Eklemek istedikleriniz var mı?
İki türlü gezme var. “Geçmiş, şimdi, gelecek”. Bugün ya da çok yakın bir geçmişe ait olan çok taze binalar bugünü ifade ediyor. Bugün hepinizin görüşünü bekleyen binalar. Son 25 yıla “bugün” diyoruz. Bir üniversitenin araştırma laboratuvarında yeni yapılmakta olanlar da geleceğe örnek. “Gelecek nedir? Daha kolay, daha güzel, daha sağlam nasıl olabilir?” sorularının cevabı aranıyor. Mimarlığın iyi, güzel ve sağlam olması için hepimizin katkıları gerekli.