Gittik de Ne Oldu?

Gezi yorgunluğu, staj falan derken, her ne kadar bir derleme yazısı için geç kalınmış olsa da hiç olmamasından iyidir. Ara ara bilgileri tazelemek ve geziden yapılan çıkarımları tekrar tekrar düşünmek de yararlı oluyor.

Geberit sponsorluğundaki Arkitera Seyahat Bursu sayesinde, Rusya’da Moskova’ya ve St. Petersburg’a yaptığım 10 günlük gezinin benim için birçok anlamda çıkarımları oldu. Konuları birçok açıdan ele alabiliriz. O yüzden bunları parça parça anlatmayı tercih edeceğim.

Öncelikle, her ne kadar önceki yıllarda küçük çapta geziler organize etmiş ve bunları uygulamış olsam da bu denli uzun ve yoğun bir süreyi organize etmesi çok daha fazla efor gerektirdi. Çok daha fazla araştırmak, planları çok yönlü ele almak ve ikincil, üçüncül planları yapmak zorunda kaldım. Geniş bir zaman aralığı size “telafi edilecek daha çok vakit var” gibi gözükse de, programı yoğunlaştırmak ve daha çok şey görmek için fırsat da sunuyor. Bu ikisinin dengesini iyi kurmak çok önemliydi. Ne dolaşamayacağın kadar çok, ne de boşa zaman geçirecek kadar az program yapmak…

Sonuçta bambaşka bir ülkedeydim ve birçok farklı deneyim beni bekliyordu. Değişik insanlarından, yaklaşımlarından, yemeklerine; farklı sergilerinden, müzelerine, yaşam alanlarına kadar her şey benim için bambaşka tecrübelerdi. Yeni insanlar tanıdım, kültürlerine ve düşünme biçimlerine ortak oldum. Yeni tatlar denedim, yiyebileceğim en farklı, en güzel, en özgün şeyleri tatmaya çalıştım. Dünyanın en çok özenilmiş metro ağında, hepsinin farklı olduğu 100 küsur metro istasyonundan girebildiğim kadarına girip çıkıp, bir durak için de olsa zaman geçirmeye çalıştım. Girebileceğim her dükkana, hediyelikçiye, kafeye girip Rusları Rus yapan, onlara özgü her farklı şeyi gözlemleye çalıştım. Farklı bir ülkede, kültürde bulunmanın bana sunabileceği şansları değerlendirmeye çalıştım.

Vişneli kadın
Mayakovskaya Metro Durağı
Metro İşlemeleri
Metro işlemeleri

Geziyi tek başıma tamamlamak ise, benim için bambaşka bir deneyimdi. İlk defa böylesine uzun bir süreyi tek başıma yaşamak, planlamak zorunda kaldım. Harçlığımı, zamanımı, önceliklerimi hep baştan düşünüp o şekilde uygulamaya çalışsam da doğaçlama yapmanın gerekliliği de geziyi keyiflendiren faktörlerdendi. Ayrıca, her ne kadar tek başına gibi gözüksem de hostelde tanıştığım insanlar hiçbir akşam öyle hissettirmedi. Daha boş bir programı büyük ihtimal bu insanlarla da doldurabilirdim. O yüzden her ne kadar bir geziye tek başına çıkıyor gibi gözükseniz de aslında kendinize başka insanlarla tanışabilecek ve başka kültürler tanıyabileceğiniz birçok ihtimal de yaratıyorsunuz. Büyük ihtimal, yanımda tanıdığım bir ya da birkaç kişi olsaydı başkalarıyla tanışmaya bu kadar yatkın olmayacaktım veya ihtiyaç duymayacaktım. Her ne olursa, kaç kişi olursa olsun, bu tarz gezilerin en büyük getirisi de bu insanlar olabiliyor.

Vagabond Hotel

Sosyal getirilerden ziyade; mimari ve tarihi anlamda Rusya, benim için her zaman yenilerini gözleyeceğim bir deneyim oldu. Bir şehri mimari anlamda tanımadan ziyade onun kültürüne, sanatına, tarihine ortak olmuş gibi hissettim. Sadece binalarını değil; müzelerini, sokaklarını, kafelerini, restoranlarını, dükkanlarını gezmek her yönden bilgi almamda çok yardımcı oldu. Mimarisini görmeden, tanımaya çalışmadan önce kültürel ve sanatsal geçmişini araştırmak ve görmek, sonrasında bunları yapılarla ve olaylarla eşleştirmemde çok yardımcı oldu. Bu sayede bina görmüş gibi değil de kültürün üzerine yansıdığı bir mimari görmüş gibi hissettim. Aynı zamanda, kafamda bir Rus mimarisi canlanmasının da en büyük etkeni bu oldu sanırım. Şu anda çevremde imrendiğim ve kültürümüzü yansıtan her yapının ne kadar önemli olduğunu, geçmişimizin, belleğimizin bir parçası olduğunu kavramama çok yardımcı olan daha bütüncül ve gözlemlemesi kolay bir mimariydi Rus mimarisi.

Bu aynı zamanda “Zaman Geçer” temasının da etkisiyle çok daha rahat gözlemleyebildiğim bir olguya dönüştü. Tema gereği hep tarihin, ideolojilerin mimarlıkta bıraktığı izleri aramaya gözlerim odaklandı. Artık her binanın üzerinde hem simgesel hem de fiziksel olarak bazı izler arar oldum. “Dam Narkomfin” bunun en güzel örneği. Hem zamanla yıpranmış, hem de değeri artmış bir bina. Sosyal anlamda söyleyecekleri bitmemiş, yeni nesilin hala gelecek için anlam çıkarmaya çalıştığı, araştırdığı, üzerine çalıştığı bir bina olarak kalmış. Binayı sahiplenenlerin kendi dairelerini restore ettiği, tüm binanın ise restorasyon sürecine girdiği, sahip çıkılmaya çalışılan bir yapı. Zaman sanki Narkomfin için tersine akmış gibiydi. Oturtmaya çalışılan deneysel düzen günümüzde artık aranan ve yolları gözlenen bir durum haline gelmişken, insanları bir araya getirecek ortak alanlar, sosyal alanlar projelerin artık en önemli parçasıyken Narkomfin bunu yıllar önce bağıra bağıra söylüyormuş. Günümüzde Narkomfin Binası her ne kadar dışarıdan bakımsız gözükse de, fiziksel olarak bir şeyler kaybetti gibi gözükse de, günümüzde bir çok insanı düşünsel olarak etkileyen bir yapı haline gelmiş. Savunduğu şeylerin genelgeçerliliği tartışılırken, artık konseptleri üzerinden türetilmeler yapılıp, dersler çıkarılır olmuş. Bu ve bunun gibi birçok örnek aslında zamanın bazı yapılar için çok farklı aktığının göstergesiydi Rusya’da. Üzerindeki kavramsal ve politik denemeler onları birer tarihi miras haline getirmişti.

Dinamo Tesisleri – St. Petersburg
Kırmızı Bayrak Tekstil Fabrikası

Siyah Kare – Kazimir Malevich

Seyahati dönemlere ayırmak ise, bu tarz bir gezi yöntemi için çok mantıklı ve yararlı oldu. Bu sayede bu kadar karışık bir yüzyılı, arasındaki ilişkileri çok daha iyi gözlemleyebileceğim, karşılaştırabileceğim, sebep-sonuç çıkarabileceğim bir yol haritasına dökebildim. Yeni bir ulusun kuruluşuna ve kalkınmasına yardımcı olacak bir düşünme biçiminin, nasıl sanatla (suprematism ve konstrüktivizm) ve mimariyle (konstrüktivizm) ilişkilendirilmeye çalışıldığını gözlemlememe çok yardımcı oldu.

Devamında ise, bu düşünce biçimlerinin daha sert bir ideoloji ile nasıl bastırıldığı, evrildiği ve bu alanlara tekrar yansıtıldığını görmek ise bir diğer artıydı benim için. Özet olarak düşünce biçimlerinin, ideolojilerin, politikanın ve siyasetin gündelik sanat ve mimariye etkilerini ve zaman içindeki evrilişini görmek bu gezinin benim için en büyük artısıydı ki geziye başlarken de en büyük amaçlarım bunlardı.

Mimari anlamda ise yeni mekânsal tecrübeler yaşamama, hep okuduğumuz, hayatlarını, projelerini incelediğimiz insanların somut ürünlerini görmeme imkan sağladı bu gezi. “Ne kadar mütevazi olabilirim?” ve “Ne kadar zengin olabilirim?”den tutun, “Ne kadar büyük olabilirim ama bir o kadar da samimi, sıcak olabilirim?” gibi sorulara, türlü türlü yanıtlar verdi bana. Bir tarafta teknoloji ve sanayinin ütopik bir metal, ahşap ve cam yığınına dönüştüğü Enternasyonal Kulesi ve formun en saf haliyle işlevi izlediği, sanayinin en basit geometrik şekiller ve renklerle somut mimar ürünlere dönüştüğü Avangard Sovyet Mimarisi; diğer tarafta, görkemli kütlesiyle sizi uzaktan büyüleyen ama yanına gittiğinizde bir o kadar küçük kalan, içinde parklarıyla, çocuk bahçeleriyle sizi karşılayan, kademe kademe küçülerek yanınıza kadar inen Kız Kardeşler ve tarihi bir yapının üstüne tüm modern mekan anlayışıyla, çeşitliliğiyle oturmuş bir Garaj Müzesi vardı. Bu geniş yelpazeyi gözlemleyebilmek, farklılıkları keşfetmek ve karşılaştırabilmek, yanında olabilmek pek de kitaplardan öğrenilebilecek bir şey değildi.

3. Enternasyonel Kulesi – Vladimir Tatlin
Shukhov Kulesi – Vladimir Shukhov
Moskova Dışişleri Bakanlığı
Moskova Eyalet Üniversitesi
Garaj Müzesi

Geziyi Moskova ve St. Petersburg olarak iyi ayaklı yapmanın en güzel yanı ise bu iki şehri karşılaştırabilme imkanı oldu. Birçok açıdan farklı olan bu iki şehri İstanbul ve Ankara’ya benzetebiliyoruz. Ama biraz farklı durumlarda. Moskova, İstanbul gibi büyük ve geniş ama Ankara kadar da tutucu. St. Petersburg ise Ankara küçüklüğünde ama İstanbul çeşitliliğinde ve çok kültürlülüğünde bir şehir olarak kalmış. Moskova, Sovyetler’den sonra çok köklü bir değişim geçirmiş ve eski kimliğini çoğunlukla kaybetmiş. Daha totaliter-komünal bir anlayışla zaman içinde büyük bir evrim geçirmiş; her açıdan hissedilir bir rejimin etkisine girmiş. St. Petersburg ise, Avrupa’ya da yakın olmasından dolayı, orta yolluluğunu korumuş ama gelişime de hep açık kalmış. Yeni bir akım olarak görülen konstrüktivizmin en çeşitli eserlerinin bulunduğu şehirlerden biri aynı zamanda. Bu serbest ortam eski köklerinden kopmamasını da sağlamış. Bu tarz iki yaklaşımı görebilmek ve karşılaştırabilmek benim için gezinin geri kalanı gibi çok değerli.

St. Petersburg cepheleri

 

St. Petersburg sokakları
Kutuzovsky Caddesi üzerindeki cepheler
Kutuzovsky Caddesi üzerindeki cepheler
Kutuzovsky Caddesi üzerindeki cepheler

Her yönüyle çok eğitici, keyif verici bir deneyimdi. Kimsenin asla kaçırmak istemeyeceği bir şans olduğu kesin. Şimdi ise, benim için en önemli kısım olan bu geziyi insanlara en faydalı olacak, onları meraklandıracak ve benzer araştırmalara ve gezilere yönlendirecek şekilde sunmaya hazırlamak kaldı. Arkitera, bunun için en güzel fırsatı benim için yaratıyor neyse ki.

12 Ekim Perşembe günü saat 18:00’da ODTÜ’de Mimarlık Amfisi’nde, tüm süreci, sizleri de baymayacak şekilde; fotoğraflarla ve videolarla anlatmaya, varsa sorularınızı olabildiği kadar yanıtlamaya çalışacağım.

Vakti olan herkesi beklerim.

Ahmet Can.