9. Günün Ardından

9. günün ardından;

Petersburg az da olsa tanındığına, Moskova ile karşılaştırma yapılacak kadar gezildiğine göre işin daha da eğlenceli kısmına geçilebilirdi. Konstrüktivizm Petersburg’a nasıl uğramıştı?

Bu konuda internette fazlasıyla araştırma yapmama, bir kaç tane kitap karıştırmama rağmen açıkçası neredeyse hiç örnek bulamamıştım. Zaten Rusya’nın kendi içine kapanıklığını gelmeden önce de konuşurdum yazılarımda ama hep benim araştırma eksikliğimden diye düşünüyordum. Fakat buraya geldikten sonra fark ettim ki her ne kadar Lenin dönemi dışarıya çok açık geçse de, uluslararası fuarlara katılımlar gerçekleşmiş, yurtdışı ile akademisyen alışverişi olmuş ve VkHUTEMAS ve Bauhaus arasında fikir alışverişi olsa da Stalin geldikten sonra bu alışveriş tamamen durmuş, özellikle kaynakların çoğu kendi dillerinde kalmış ve kendi içlerinde bir gelişim yaşanmaya çalışılmış. Bunun etkisinden çıkılmadığını mimarlıkla ilgili kırtasiyemsi bir yere girdiğimde daha net fark ettim. Hiçbir mimarlık kitabı yabancı dilde değildi. 1 tane bile. Ve bu Moskova’nın göbeğindeydi. İngilizce kitaplara rastladığım tek yerler insanların gelme ihtimali olan müzelerdi. Ki oralarda bile İngilizce kitaplar Ruslar’ın yazdığı değil yabancı yazarların yazdığı kitaplardı. Çok beğenip “bana alın noluy” dediğim kitabın John Ellis Bowlt. Bir kaç gün sonra Garaj Müzesi’nde genel anlamda “hatıra” olsun diye (çünkü tüm kelimeler Rusça’ydı ve teker teker çeviremeyeceğim için çok karakteristik konstrüktivist yapıların olduğu güzel resimler için) aldığım kitapçığın aslında Petersburg’taki ve 1925-34 arası avangart yapılara ait olduğunu keşfetmem bir kaç gün sonra gerçekleşti. Gelmeden önce elimde sadece Red Banner olan yer hakkında şimdi 10’dan fazla örneğe sahip olmuştum. Ve bu yabancı bir kaynaktan gelmemişti. Genel anlamda gelmeye çalıştığım nokta daha buraya gelmeden değindim ülkenin içine kapanıklığıyla ilgili bir durumdu. Sanırım bunu da istekli insanlar ya da kaynaklarını yabancı dillere çeviren Ruslar olmadan aşmak biraz zor olacak.

Sonuç olarak bu güzel rastlantı ve kontrol edemediğim dürtüler sayesinde (kitapçık biraz pahalıydı da) bugün 3 tane harikayı yapıyı gezme şansı elde ettim. Anlaşılan Petersburg’un gerçekten de rahatlığı ve dışa açıklığı bu tarz yapıların daha rahat denenebildiği ortamlar olmuş, korumacı yapısı sayesinde de bugüne kadar gelmiş. Yoksa sonları Stalin’in tarihle bir bağını bulamayıp daha hiç başlamadan bitirdiği ya da başlamasına rağmen bitirdiği yapılardan olabilirlerdi. Gözünün önünde olmadığı iyi olmuş.

Normalde yakınlardaki başka bir yapıyı ararken (ve bulamazken) karşılaştığım şu bölgeden bahsetmeden geçemeyeceğim. Henüz çok bir bilgim olmamasına rağmen yanından geçerken birçok öğesiyle beni etkiledi. Hangi yıllar arasında yapıldığından da emin değilim ama bu toplu konut bölgesinin çok da 1930’ları geçtiğini ya da 1910’lardan önce yapıldığını sanmıyorum. Detayların yorumunu sizlere bırakıyorum. Ama dönemsel olarak çok karakteristik şeyler taşıdığı aşikar değil mi?

İlk boşa sallamadan sonraki hedefim en garanti olan Kırmızı Bayrak Tekstil Fabrikası’ydı. İnternette en çok tanınan ve rahatlıkla erişebilen binalardan birisi. Erich Mendelsohn’un tasarladığı bina 1937 açılmış ardından uzun süre kullanıldıktan sonra kapatılınca sahipsiz kalmış ve insanlar tarafından işgal edilmiş. Binanın neredeyse her yeri graffitilerle dolu. Onun dışında bir zarar verme durumu olmasa da anladığım kadarıyla bina tekrardan boşaltılmış ve şu an tadilatta. Binada beni en çok etkileyen detaylardan birisi de Narkomfi’de de olduğu gibi (orada da camların önündeki pervazlar bitkiler için biraz daha öne uzatılmış ve saksılık gibi bir alan yaratılmıştı) binanın açık alanları ve pencere önleri bitkiler için ayrılmış alanlarla doluydu. Onun dışında normalde yuvarlak hatlarda hep gördüğüm yatay pencerelerin aksine orta bölümdeki kısımda boydan boya dikey pencere olması da farklı bir noktaydı. Son olarak çalışılan ve takınılan bölgelerin veya geometrilerin farklı malzeme ve renklerle öne çıkarılması çok hoş değil mi? ?

Çok yakındaki diğer bina ise Darnitsa Fırını. Kitapçıktaki ilk haline göre eklemeler olan bina yuvarlak ve dikey formların uyumundan oluşuyor. Büyük ihtimal fonksiyonel bir geometri ayrımına gidildiğini varsaydığım binayı ise tuğla bir baca sanayinin habercisi gibi öne çıkarıyor. Bacanın genel olarak işlevini çok belli eden bir öğe olmasını mimaride hep beğenmişimdir zaten. Burada da tekrar eden eğriler ve bacayla olan kompozisyon öncesinde gezdiğim bir çok soyut resimden izler taşımıyor değil. Ne yazık ki bu binaya da izin vermedikleri için giremedim ama bina aktif gibi gözüküyordu çünkü içeri girip çıkan işçiler vardı.

Tabii bunları anlatırken yağmur çiselemekten çıkmış iyice serpiştirmeye başlamış ve ufak ufak ıslattığı polar da rüzgarla beraber iyice üşütmeye başlamıştı. Hayallerimde hep arkada parlak güneş ve gökyüzü olan Rusya günlerini ellerim titrerken yaşıyordum. Bu yüzden son durak olarak belirlediğim Dinamo Tesisleri’ne doğru yola çıktım. Bu 3 bina da yakın bölgelerde olduğu için şanslıydım. Dinamo Tesisleri bugünkü ilk 2 örneğe benzer eğriler içerse de çok daha sade ve fonksiyonel gözüküyordu. Henüz onun için de bir kaynak bulamadığım için tarihini pek araştıramadım. (Yazıyı okutacak İngilizce bilen Rus da bulamadım, bir yardımcı olabilecek varsa el atsın n’olur çevirelim şunları Türkçe’ye.) Fakat ana yuvarlak bina ve onu vurgulayan dikdörtgen prizmayla birlikte arkada kocaman bir dikdörtgen prizma ortada naif bir geçitle bağlanıyordu. Gezdiklerim arasında en aktif olarak kullanılan alan sanırım buydu.

Onun dışında Petersburg bildiğiniz gibi. Moskova’dan daha aceleci insanlar daha da kaba oluyorlar. Metroya doluşa doluşa binip, ittire kaktıra iniyorlar. Bu arada bugün ilk defa metroyu kullandım. Moskova’dan sonra açıkcası gülünç geldi. Bir kaç da güzel kare yakaladım. Şu ana kadarki tüm fotoğraflarla karşılaştırmasını size bırakıyorum.

Moskova’daki metro istasyonu yazılarından sonra bunu görmek…
Tertemiz. Oh.
Metroya binmeden önce geçilen kapı. Metro gelene kadar kapalı kalıyor.

Kirazlı kadından sonra yeni favorim kırmızılı kadın.

Yarını daha da dolu geçirip geziyi geride hiç bir pişmanlık bırakmadan tamamlamak tek arzum. Umarım hava bugünkünden çok daha iyi olur da işim biraz kolaylaşır. Moskova’da almadığım şemsiyelerin şu an 2 katı pahalı olması beni çok üzüyor.

NOT:
Kimseye güvenmeyin köşemizde bugün: İlk talihsizliğimi neredeyse son gün yaşasam da yine de sizleri uyarmaya değer. Normalde taksiden indikten sonra cama gidip parayı veren bir insan olduğum için (alışkanlık işte) duraklarım arasında çok yağmur yağdığı için bir sonrakine taksiyle gitmeye karar verip yine parayı unutup aynı şekilde vermeye çalışınca hiç beklenmedik şekilde taksici para üstünü vermeden basıp kaçtı. Normalde 150 ruble tutan taksi için 1000 ruble vermiştim. Neyse ki son binliğimdi, yoksa 5000 verecektim! Daha Moskova’dayken hostelden birinin 200 rubleyi 2000 sanıp taksicinin de çaktırmadan alıp gitmesine biraz gülmüșken açıkçası bu biraz ironik oldu. Neyse kıssadan hisse, insanlara çok güvenmeyin. Hele taksicilere pek daha fazla.

Ahmet Can.