Yaklaşık 3 gündür getto temamıza uzak bir rotada seyrediyorum. Bisikletle seyahat etmenin getirdiği yorgunluğu atmak ve İzmir için tekrar motive olabilmek için kısacası tatilli, sahilli, balıklı günler geçiriyorum. Bugün öğle saatlerinde Akçay’dan Cunda Adası’na doğru yola çıktım. Buradan sonra ise Dikili üzerinden İzmir’e inmeyi planlıyorum. Haritada durduğu gibi durmuyor tabii. Güzel rampalar var diye duydum.
Ayvalık Yolu üzerinde seyahat sürecinin sadece yorucu değil eğlenceli de olduğunu göstermeye dair fotoğraflar çekmeye çalıştım. En hoşuma giden kareler Burhaniye’de çektiğim uçak fotoğrafları olabilir. Uçmak içgüdüsüne değinmem gerekiyor burada. Seyahat etme mevzusunun en bencil noktası diyebilirim. Ama yaşattığı duygu olağanüstü olsa gerek. Yüzmek kadar ucuz bir şey olsa bence herkes uçmak isterdi bir planörle.
Türkiye’nin ilk boğaz köprüsünden Cunda Adası’na giriş yaptıktan sonra eski ve yeni yol olarak ikiye ayrıldığını öğrendim yolun. Rahmi Koç Müzesi’ne gitmek için eski yolu tercih etmem gerekiyormuş. Rahmi Koç Müzesi’ne çıkarken bir bayır karşıladı beni. İşin ilginç tarafı ise bayırlığını kabul ediyor olmasıydı. Sesli güldüm bu duruma ama güzel bir kare de buradan çıktı diyebilirim.
Rahmi Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı tarafından onarılan Aigos Yannis Kilisesi bugün Sevim & Necdet Kent Kitaplığı olarak hizmet veriyor. Bölgede 2 tane yel değirmeni var ve en ihtişamlısı bu diyebilirim. Konum itibariyle Taksiyarhis Kilisesi ile aynı hizada ve tepeden denizi ve Cunda mimarisini kadrajına alan bir özelliği var bu yapının. İçinde mütevazı bir işletme kurmuş onarımını üstlenen abiler Burayı kask kameramla dolaştıktan sonra merkeze doğru yokuşlardan salınarak indim. Dar ve taş sokaklardan Balat’tan bu yana inmiyorduk. Taş ve ahşap malzemenin harmanlandığı bu kendine özgü tatlılığı sahile inince insanları tamamlıyor olsa gerek. Taş Kahve’de oturan insanlar sandalyelerini yola çevirmiş sohbet ederken birbirlerine değil, beraber aynı yere bakmayı tercih etmişler.